İyd'ul Gadir

İyd'ul Gadir

Ben, pınarın başında olacağım ve siz bu pınara, benim yanımda geleceksiniz...

Hz. Muhammed (S) hicretin onuncu yılında hacca gitmek üzere hazırlandı. İnsanlara bununla ilgili duyuru yapıldı. Peygamber’in önderliğinde haccetmek isteyen çok sayıda insan Medine’ye geldi. Bu hac, veda haccı, İslam haccı, belağ haccı ya da kemal haccı olarak bilinir. Peygamber hicretten vefatına kadar yalnızca bir kez hac etmiştir; o da bu hacdır. Zül’kide ayının 25. günü Ehlibeyt’ini yanına alarak yola çıktı. Onlarla birlikte Muhacir’lerin ve Ensar’ın geneli, ayrıca Arap kabilelerinden ve diğer insanlardan çok sayıda kişi yola koyulmuştu.

 

Peygamber yola çıkmadan birkaç gün önce, Medine’de kızamık salgını ortaya çıkmıştı. Bu, hacca gitmeye hazırlanan pek çok insanı engellemişti. Fakat buna rağmen Peygamber’le yola çıkanların sayısı çok fazlaydı. Yola çıkanların sayısı yaklaşık 120.000 kişiydi.

 

Peygamber Mekke’ye gidip haccını tamamladıktan sonra yanındakilerle birlikte geri dönüş yoluna, Medine yoluna koyuldu. Medine, Mısır ve Irak’a giden yolların kesiştiği Cuhfe’deki Gadir Hum denilen yere vardı. Hum bir köyün adıdır, Gadir ise başında toplandıkları pınarın adıdır. Zülhicce ayının 18. günü Cebrail (A.S.) Allah katından şu ayetle indi:

 

“Ey Resul! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer bunu yapmazsan O’nun elçilik görevini yerine getirmemiş olursun. Allah, seni insanlardan koruyacaktır.”

 

Cebrail (A.S.), Peygamber’e Allah’ın şu emrini iletmişti:

 

“Ali’yi insanlara önder seç, onun velayetini herkese bildir, ona itaat etmenin farz olduğunu herkese anlat.”

 

Bu arada kafilenin ileri ucu Cuhfe’ye yaklaşmıştı. Peygamber; “İleri gidenler geri dönsün, geridekiler buraya gelsin” diye buyurdu. Orada, birbirine yakın beş devasa ağaç vardı. Peygamber’in emriyle ağaçların altı süpürüldü. Tüm insanlar toplanınca, öğle namazının ezanı okundu. Peygamber, ağaçların altında namazı kıldırdı.

 

O gün hava çok sıcaktı. İnsanlar kavurucu sıcaktan korunmak için elbiselerinin bir kısmını başlarına, bir kısmını da ayaklarının altına koyuyordu. Peygamber, namazdan sonra deve semerlerinden oluşturulan bir minbere çıktı ve insanların tam ortasında yüksek sesiyle hutbesini okumaya başladı:

 

“Hamd yardımını dilediğimiz Allah’adır. O’na inanır ve O’na güveniriz. Benliğimizin kötülüklerinden ve eylemlerimizin çirkinliklerinden O’na sığınırız. O’nun saptırdığı kişiye kimse hidayet veremez, O’nun hidayet verdiği kişiyi ise kimse saptıramaz. Şahadet ederim ki; Allah’tan başka ilah yoktur. Muhammed, O’nun kulu ve elçisidir.

Ey insanlar!

 

Ahiret diyarına davet edilmem ve buna icabet etmem yakındır. Ben de sorumluyum, siz de sorumlusunuz.”

 

Herkes şöyle dedi: “Mesajı ilettiğine, öğüdü verdiğine ve çok çaba harcadığına tanık oluruz. Allah seni hayırla ödüllendirsin.”

 

Peygamber şöyle devam etti: “Allah’tan başka ilah olmadığına, Muhammed’in O’nun kulu ve elçisi olduğuna; cennet, ateş ve ölümün hak olduğuna, kıyamet saatinden şüphe olmadığına ve Allah’ın kabirlerdekileri dirilteceğine inanıyor musunuz?”

Hepsi; “Evet, inanıyoruz” dediler.

 

Peygamber devam etti: “Ben, pınarın başında olacağım ve siz bu pınara, benim yanımda geleceksiniz. Onun genişliği, Sana ve Busra arası kadardır. Bu pınarda yıldızların sayısı kadar gümüş bardaklar vardır. Benim ardımdan iki yüce değere nasıl davranacağınızı düşünün.”

 

Bir kişi sordu: “Ey Allah’ın Resulü, bu iki yüce değer nedir?”

 

Peygamber şöyle dedi: “Onlardan büyüğü, Allah’ın Kitab’ıdır. Onun bir ucu yüce

Allah’ta, diğer ucu ise sizin elinizdedir. Ona sarılırsanız, doğrudan sapmazsınız. Onlardan küçüğü ise soyumdur. Latif ve Habir olanın bana bildirdiğine göre bu ikisi, pınarda bana erişinceye kadar birbirinden ayrılmayacaklardır. Bu ikisinin önüne geçmeyin. Yoksa helak olursunuz. Onların gerisinde de kalmayın yine helak olursunuz.”

 

Hz. Muhammed (S) insanlara Kur’an-ı Kerim ve Ehlibeyt’ini tavsiye edip emanet olarak bıraktıktan sonra Hz. Ali’nin elini tuttu ve bembeyaz koltuk altları görünecek kadar havaya kaldırdı. Herkes bu muhteşem sahneyi görüyordu.

 

Peygamber sordu: “Ey insanlar! Müminler için kendi nefislerinden daha öncelikli olan kişi kimdir?”

 

Dediler ki: “Allah ve O’nun Resulü daha iyi bilir.”

 

Peygamber şöyle buyurdu: “Allah, benim Mevlamdır ve ben her müminin mevlasıyım. Ben, müminler için kendi nefislerinden daha öncelikliyim. Ben kimin mevlası isem, Ali de onun mevlasıdır!”

 

Peygamber bu sözü üç kez tekrar etti ve ekledi: “Allah’ım ona dost olana dost, düşman olana düşman, destek olana destek ol. Onu ortada bırakanı ortada bırak. Nereye gitse, hakkı onunla birlikte kıl.”

 

Sonra şöyle buyurdu: “Ey insanlar! Burada bulunanlar, bulunmayanlara bunu iletsin.”

İnsanlar dağılmadan önce Cebrail (A.S.) şu ayetle indi: “Bu gün, size dininizi kemale erdirdim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslam’ı seçtim. (Maide: 3)

 

Peygamber bunun üzerine şöyle dedi: “Dini kemale erdirdiği, nimeti tamamladığı, benim peygamberliğime ve benden sonra Ali’nin velayetine rıza gösterdiği için Rabbime hamdolsun.”

 

Sonra insanlar bölük bölük Hz. Ali’yi kutlamaya geldiler. Onu ilk kutlayanlar arasında Ebu Bekir ve Ömer de vardı. Her biri şöyle diyordu: “Ne mutlu, ne mutlu sana ey Ebu Talib’in oğlu, benim ve her mümin erkek ile kadının mevlası oldun.”

 

(Yunus Ramadan'ın;Bugyetu't-Talib Fi Ma'rifeti Ali b. Ebi Talib kitabından)

 

Ahmet Verde Özuğurlu