İsmail'ini Kurban Et!..

İsmail'ini Kurban Et!..

Gel, sen de kurban et beklentilerini, dünyevî taleplerini ve Cânan'a götürmeyen, O'nu hatırlatmayan her şeyi.

“Gözünün nurunu Allah'a kurban et!...”

Bu emrin muhatabı, şefkatli bir peygamber ve merhametli bir baba olan Hazret-i İbrahim aleyhisselam'dı. Gördüğü bir rüyada, senelerce önce, oğlu olursa onu Hakk'a kurban edeceğine dair söz verdiği hatırlatılıyor ve bu va'dini yerine getirmesi isteniyordu.

“İbrâhîm” Nebî, isminin menşei olarak rivayet edilen "ebün rahîm" terkibinden de anlaşılacağı üzere, “çok merhametli, müşfik, yufka yürekli bir baba”ydı. Kalbi öylesine rakîk idi ki, Cenab-ı Hak onu vasfederken, “İbrahim, gerçekten çok içli, duygulu, müsamahalı, yumuşak kalbli ve kendini Allah'a adamış bir kimse idi.” buyuruyordu. Hep âh ü enîn eden, çok gözyaşı döken, merhameti engin, sevgisi ve şefkati sonsuz resûle, “İsmail'ini kurban et!..” deniliyordu.

Koca bir yüzyılı sıkıntılarla geçirmiş, tevhidin müezzinliğini yapıp şirk sütunlarını bir bir devirmiş; kendisinden sonra insanlara yol gösterecek hayırlı bir vâris, göz aydınlığı olacak salih bir çocuk istemiş; beklemiş, beklemiş.. artık yaşlanmış, saçı sakalı ağarmış ve nihayet hayatının semeresini, insanlık ağacının “asıl meyve”sine dâyelik edecek mübarek tohumu bulmuş bir baba ile yeni açmış tomurcuk bir oğul…

Öyle bir oğul ki; babası onun gelişini yüz yıl beklemiş, o ise babasının hiç beklemediği bir anda gelmiş; gelmiş ve İbrahim'in can delikanlısı, hayatının neş'esi, aşk, umut ve zevk aşısı kutlu bir fidan oluvermiş.

“İbrahim! Bıçağı oğlunun boğazına daya ve onu kendi ellerinle kurban et!”

İşte, Allah'ın Halil'i bu mesajın şokuyla belki hayatında ilk defa korkmuş, ürpermiş.. Hangisini seçersin ey İbrahim?

Esareti mi, kurtuluşu mu? Hevesi mi, bilinci mi? Bağlılığı mı, mesajı mı? Babalığı mı, peygamberliği mi? Babalık şefkatini mi, nebîlik ciddiyetini mi? İsmaili mi, Rabbini mi?

Seç ey ibrahim!..

Biricik gönül meyveni, ciğer pâreni, ilgi, merak ve zevklerinin odağı yaşama bahaneni, -dünya cihetiyle- seni hayata bağlayan ve bu diyarda tutan her şeyi. .. oğlunu, hayır, doğrusu İsmail'ini: Kurbanlık bir koyun gibi tut, yere yatır.. ve kes şah damarını..

Yürek yakan bir hal, göz yaşartan bir sahne.. Babada rüyayı anlatacak derman kalmamış. Ruhunun inleyişlerini terennüm edecek solukları dahi tükenmiş. “Ben seni kurban etmekle emrolundum” demenin hayali bile onu titretmekte. Durumu anlatmak için defalarca niyetlenir, “İsmail” der, durur; biraz bekler, tekrar cesaretlenir, bir kere daha yavrusuna hitap eder, yine gerisini getiremez. Ama sonunda kalbini Allah'a ısmarlar, canını dişine takar ve hızla söyler:

“Evladım, rüyamda seni kurban etmek üzere olduğumu, boğazlamaya giriştiğimi gördüm, sen ne dersin bu işe!?.”

İsmail durumu anlar. Babasının rikkatli yüzüne sevgiyle bakar, yufka yüreğine canı yanar, teselli eder onu: “Babacığım! Hiç düşünüp çekinme, Hakk'ın buyruğunu yerine getirmekte tereddüte düşme. Teslim ol Rabbine, sana Allah tarafından ne emrediliyorsa onu yap. İnşaallah, benim de sabırlı, dayanıklı biri olduğumu göreceksin!” der.

Canını Allah yolunda vermek üzere boynunu uzatabilen bir yiğit...

İtaatteki inceliği kavrayan ve Cânan uğruna kurban olmayı temsil eden tevhid delikanlısı.. İsmail.

Hakkı kabullenme noktasında öyle yumuşak ve öyle uslu duruyor ki, sanki 12 yaşında bir genç değil, “pek sabırlı bir kurban”.

Kalbi rikkat ve şefkatle çarpan Halil, önce aşkın ruha kazandırdığı gücü kullanarak kendi içinde kendini öldürür, kendi can damarını keser. İçi kendi benliğinden boşalınca, gönlü bütünüyle Allah'la dolar. O artık sadece “Hû” ile soluklanan bir canlı haline gelir.

İşte her ikisi de Yaratan'ın emrine teslim.. İbrahim oğlunu şakağı üzere yere yatırır; çabuk ve rahat kessin de cancağızına çok acı çektirmesin diye önce elindeki bıçağı biler, onu taşa çalar.. tamam, taş dahi iki parça..

Ama hayret, taşı parçalayan bıçak, pek narin bir boğaza işlemiyor..

Bu bıçak kesmiyor…

Ve bir koyun, bir de mesaj:

“Ey İbrahim! Sen rüyana sadık kalıp onun gereğini yerine getirdin, vazifeni eda ettin; Allah da İsmail yerine kurban edesin diye bu koyunu gönderdi. İşte böyle ödüllendiririz Biz iyileri, ihsan ehlini!”

Evet, Allah Teâlâ hiçbir zaman İsmail(ler)in kanını murad buyurmadı; O'nun kurbana asla ihtiyacı olmadı. Kesilen kurbanlıklardan maksat onların eti ve kanı da değildi. Her yerde ve her zaman sözkonusu olan insanların maddî-mânevi ihtiyacıydı. Rahmân u Rahîm, İbrahim'i “İsmail'i kurban etme doruğu”na çıkardı; ama İsmail'i kurban ettirmeden zirveyi fethettirdi. İbrahim'in torunlarından da et ve kan değil, niyetlerinde hulûs ve takva istedi.

Şimdi sen, ey bu devrin İbrahimi.. bugün de sen “kurban” emrine muhatapsın.

Senin İsmail'in kim veya ne?

Makamın mı, şerefin mi, konumun mu, kariyerin mi, yavuklun mu? Paran, evin, bahçen, bilgin, mesleğin, gençliğin ya da güzelliğin mi? Yoksa, nefsin, enâniyetin, benliğin mi?

Söyledim ya sana; İbrahim için İsmail yalnızca bir babanın oğlu demek değildi:
Izdıraplarla geçen bir ömrün mürüvveti, acılarla dolu bir asrın mükafatı, çileli bir hayatın meyvesi, yaşlı bir babanın sevinç vesilesi, yüzyıllar sonra gelecek Medine Gülü'nün tomurcuğu, bir peygamberin nübüvvetle şereflendirilecek güzîde mahdumuydu. İbrahim'in “İsmail”i oğluydu; o oğlunu kurban etti.

Senin İsmail'in belki “kendin”, belki “ailen”, mesleğin, servetin, onurun.. İsmail namındaki sevgin, canın, aşın, maaşın...

Seni faziletli, saygın ve hürmet edilen biri yapacağına inandığın, onu elde etmek ya da yitirmemek için bütün iyilik ve güzelliklerden geçmeyi dahi göze aldığın gönlünün yongası.. işte senin İsmail'in. O bir şahıs da olabilir, bir mal da.. bir konum, bir durum, hatta bir “zayıf nokta” da.

Bırak tereddüt, te'vil ve yorumlarla oyalanmayı. Sorumluluktan kaçış yeter, kendini mesul tut. Nefisini, öz canını kurban etmeye ruhunu hazırla ki, bütün İsmailler kurtulsun. İsmailler yerine “ben”i kes.

Ey nefsim,

Gel, sen de kurban et beklentilerini, dünyevî taleplerini ve Cânan'a götürmeyen, O'nu hatırlatmayan her şeyi. Hazreti İbrahim vazife mesuliyetini babalık şefkatine tercih etti; sen de dava düşünceni bütün beklentilerinin önüne geçir; arzularını mefkûrene kurban ver; yoksa fedakarlıktan, O'nun yoluna kurban olmaktan bahis açma lütfen.

Ehlader