Hud (a.s) ve Ad Kavminin Akıbeti

Hud (a.s) ve Ad Kavminin Akıbeti

Hud (a.s) da Kur’an-ı Kerim’de Nuh’tan sonra defalarca hakka davet eden ve putperestlik aleyhine savaşan birisi olarak zikredilmiştir.

Hud kavmi, Ad diye meşhur olmuştur. Onlar Arap olan bir topluluktu. Milattan önce Arap yarımadasında yaşıyorlardı. Tüm eserleri yok olup gitmiştir. Tarih onlar hakkında itimat edilir bir eser kaydetmemiştir. Mevcut Tevrat’ta da herhangi bir şekilde zikredilmemişlerdir. Kur’an-ı Kerim’in onlar hakkında zikrettiği şey, onların Ad adında bir kavim oldukları ve bazen de ilk Ad olarak adlandırılmalarıdır. Zira Nuh kavminden sonra Arap yarım adasında Ahkaf’ta ikinci bir Ad kavmi daha yaşamıştır. [1]

Bu esas üzere Hud kavmi, cismani ve bedensel güç açısından eşsiz idiler. Medeniyet ve gelişme kaydetmiş bir topluluk idiler. Kalkınmış şehirleri oldukça güzel, görkemli binaları, bereketli toprakları, bağları ve dikkate değer hurmalıkları var idi.

Allah-u Teala onların büyük medeniyeti ve kalkınmışlığı hakkında şöyle buyurmuştur:

”Rabbinin, hiçbir memlekette benzeri ortaya konmayan sütunlara sahip İrem şehrinde oturan Ad milletine ne ettiğini görmedin mi?”‌[2]

Allah-u Teala Hud’u onların hidayeti için gönderdi. Hud, onları putperestlikten ve fesattan kurtarmak istedi ve onlara şöyle dedi:

”Ey kavmim! Buna karşılık sizden bir ücret istemiyorum. Benim ücretim ancak beni yaratana aittir. Akıl etmez misiniz? Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret dileyin, sonra O’na tövbe edin ki size gökten bol bol yağmur göndersin, kuvvetinize kuvvet katsın. Suçlular olarak yüz çevirmeyin.”‌[3]

Onlar ise Hud’a cevap olarak şöyle dediler: ”Ey Hûd! Sen bize apaçık bir belge (mucize) ile gelmiş değilsin ve biz de senin sözünle ilahlarımızı terk etmeyiz ve biz sana iman edecek de değiliz. Bir kısım ilahlarımız seni fena çarpmış”‌ demekten başka bir şey demeyiz”‌ dediler.”‌[4]

Hud (a.s) ise onlara nasihatte bulunarak şöyle dedi: ”Ben Allah tarafından size gönderilmiş emin bir Peygamberim, sizler benim geçmişimi biliyorsunuz. Hiçbir zaman hata yoluna koyulmadım, asla yalan söylemedim, Allah’tan korkunuz ve sözümü kabul edeniz, ben sizden hiçbir mükâfat istemiyorum. Benim mükâfatım Allah nezdindedir. Mantıksız işlerinizden el çekiniz, tepelere gösteriş ve övünmek için yaptığınız binalarınız da nedir? Ebedi kalmak için yapmış olduğunuz bu görkemli binaların anlamı nedir? Hayatınıza hakim olan bu zulümlerin ve acımasızlıkların faydası var mıdır? Ey insanlar! Allah’ın gazabından korkunuz. Allah sizlere gördüğünüz gibi bir çok nimetler vermiştir. Bir çok maddi sermayeler ve faydalı insani güçleri, salih evlatlar olarak sizlere bağışta bulunmuştur. Yemyeşil bağlar, altından akan nehirler vermiştir. Ben, Allah’ın sizi acı bir azaba uğratacağından ve sizi yeryüzünde yok edeceğinden korkuyorum.”‌

Kavmi ise şöyle dedi: ”Allah, bizlere dileseydi mesajını iletmek için bir melek gönderirdi, biz asla senin sözünü kabul etmeyiz. Sen bizleri sürekli korkuttuğun o azabı artık indir. Biz şüphesiz senin ilahının azabından korkmuyoruz.”‌[5]

Sonunda kafirler, bu kavmin küfür ve inadı, ilahi gazaba uğramalarına neden oldu. Böylece şiddetli bir kuraklığa maruz kaldılar. Sürekli yağmur bekler bir hale geldiler. Bir gün ilk defa bir bulut gördüler, sevindiler ve bu bulutun yağmur yağdıracağını söylediler, lakin Hz. Hud (a.s) onlara şöyle buyurdu: ”Hayır, bu sandığınız gibi değildir. Şüphesiz bu bulut, istediğiniz şeyi (azabı) size indirecek olan bir buluttur.”‌ Oldukça soğuk ve şiddetli bir rüzgar esti, kasırgalar koptu, yüzlerine çakıl ve kum taneleri savruldu. İnsanlar, yapmış oldukları sağlam binalara sığındılar. Ama rüzgar, onların dayanamayacakları şiddetle esiyordu. Ağaçları kökünden söküp atıyor, insanı yerinden kaldırıyor, havaya savuruyor ve yere çakıyordu. Hiç kimse, ne yapacağını ve nereye gideceğini bilemiyordu. Yedi gün yedi gece şiddetli rüzgar esti, böylece tarih sahnesinden silindiler. O esnada Hud ve müminler bir dağın içine sığındılar. Orada fırtınadan haber yoktu. Ilgıt ılgıt bir rüzgar esiyordu. Onlar, kavminin akıbetini seyrediyorlardı. Ondan sonra fırtına dindi, durum ilk haline döndü. O insanlardan boş kalmış evleri ve kemik parçaları dışında hiçbir şey kalmadı.”‌[6]

Kıssa’nın Mesajları ve Nükteleri

Hud Kavminin sapıklıkları özetle şunlardan ibaretti:

A- Şirk ve Allah’tan gayrisine ibadet:

Hud kavmi de diğer ümmetler gibi hakkı kabul etmiyor sürekli olarak Allah’tan gayrisine kullukla oyalanıyordu. Bu yüzden Hz. Hud Allah tarafından bütün ibadetlerin sadece Allah’a yapılması gerektiğini ve Allah’tan gayrisinin önünde eğilmemek gerektiğini bildirmekle görevlendirildi. Şüphesiz evrende mülk saltanatı daimi olan iradesi geçerli bulunan ve bütün işlerin egemenliğini elinde tutan Allah’tır. O halde sadece Allah’a yakarmak ondan yardım dilemek ve elini ona açmak gerekir. Zira insanın Allah’ın iradesi karşısındaki varlığı hiçbir diğer ifade etmemektedir.

B- İlahi ayetleri inkar ve peygamberlerin emirlerine isyan

Semavi peygamberlerin zuhuru ve ümmetlerin tevhide daveti karşısında onların çoğu Allah’ı inkara yönelmiş, ilahi peygamberlere karşı itinasız davranmışlardır. Hud kavmi de Kur’an-ı Kerim’in haklarında şöyle buyurduğu ümmetlerden biri olmuştur: ”İşte Âd (kavmi). Rablerinin âyetlerini inkâr ettiler; O’nun peygamberlerine âsi oldular ve inatçı her zorbanın emrine uydular.”‌[7]

C- Hz. Hud’a (a.s) yapılan haksız iftiralar

Kur’an-ı Kerim’in de açıkça belirttiği gibi ilahi peygamberler tür olarak ümmetlerinin küstahça davranışları ve temelsiz ithamları ile karşı karşıya gelmişlerdir. Sonuçta halk Allah’ın peygamberlerini yalanlamış ve davetini inkar etmişlerdir.

Hz. Hud da böylesine beyinsiz ve inatçı bir ümmetle karşı karşıya gelmiştir ”Kavminden ileri gelen kâfirler dediler ki: Biz seni kesinlikle bir beyinsizlik içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz.”‌[8]

 


[1] el-Mizan, Hud suresi, 50- 60. ayetler

[2] Fecr suresi, 6- 8. ayetler

[3] Hud suresi, 51- 52. ayetler

[4] Hud suresi, 53. ayet

[5] Kısseha-i Kur’an, s. 58, Seyyid Muhammed Suhufi

[6] A. g. e. s. 60

[7] Hud suresi, 59. ayet

[8] A’raf suresi 66. ayet